İslam ve Mezhep
Mezheplerin din yapılmaması gerektiğini hatırlatan bir yazı…!!!
Mezhep kelimesi, gidilen, takip edilen yol manasına gelir. Dinî pratikteki manası ise dinde gidilen yol veya diğer bir deyişle dinde anlayış ve ibadet yolu demektir.
Mezhep vakıası bilindiği gibi İslam’ın ilk dönemlerinde karşılaştığımız bir vakıa değildir. İslam’ın ilk dönemlerinde birçok konuda aynı veya farklı içtihatlarda bulunmalarına rağmen, bu durum müslümanları genel olarak mezhep diyeceğimiz bir gruplaşmaya yöneltmemiştir. Böylesi mezhep gruplaşmaları daha sonraki asırlarda görüyoruz. Ümmetin meselelerini dert edinen, bu meseleleri İslami çerçevede çözümlemeyi gayret edinen birçok müçtehidin görüş ve içtihadları, müteakip yıllarda tertib ve tasnif edilerek birer mezhep vakıası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ümmetin problemlerine ilişkin içtihadlarda bulunmak, tartışılmaz bir gereklilik olmasına karşın; içtihadların bir ekol, bir mezhep olarak kurumlaşması ise tartışılabilecek bir konudur.
Ancak tartışılması gereken bir başka gerçek ise mezheplerin kuruluşundan günümüze doğru gelişen ve birçok olumsuzluklara neden olan mezhep bağnazlığıdır. Birçok mezhep müntesibi (mensubu) arasında oldukça yaygınlaşan bu mezhep bağnazlığı, ne yazık ki müslümanların birbirinden ayrılmasına, birbirlerine karşı bölücü ve yıkıcı yaklaşmalarına neden olmuştur.
Söz konusu mezhepler içinde kendilerine fakih denilen kimseler ise halktaki bu mezhep bağnazlığını gidermek bir yana, bu bağnazlığı daha da körükleyici yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Kendilerine fıkıh despotu diyebileceğimiz bu kimselere göre asırlar önce ileri sürülen bütün mezhebî görüşlerin, bütün içtihadların, aynı şekilde günümüzde de yaşanması gerekmektedir. Bu mezhebî içtihadlara müdahale etmek veya bunları değiştirmeye çalışmak bağışlanmaz bir suçtur bu kimselere göre!. Çünkü bu kimseler mezhebi din kabul etmişler veya diğer bir deyişle yüce İslam dinini mezhebî sınırlara hapsetmişlerdir. Halbuki İslam dini mezheplerin içinde değil, mezhepler İslam dininin içinde olabilir. Ayrıca evrensellik vasfını mezheplere vermek, mezhepleri ve bütün mezhebî görüşleri evrensel kabul etmek; mezhepleri putlaştırmak olup, günümüzdeki problemlerin belllibaşlı nedenlerindendir.
Oysa değil bu müçtehidlerin içtihadlarını, Efendimiz(s.a.v.)’in zaman, mekan ve muhatabı dikkate alarak yaptığı bazı tatbikatları dahi evrensel kabul ederek, bu tatbikatlere şabloncu bir zihniyetle yaklaşamayız. Kur’an ve Sünnet arasındaki ahenkli ilişkiyi bilen müslümanlar için, belirttiğimiz bu yaklaşım hiç de gizli değildir.
İslam’ın en temel kaynağı olan Kur’an’ı Kerim, bazı hükümlerin nasıl ve ne şekilde pratiğe geçirileceğini müşahhas bir şekilde bildirmesine rağmen, bazı hükümlerin tatbikatında müslüman önderlere belli sınırlar dahilinde bir muhayyerlik vermiştir. Bu muhayyerliğin verilmesindeki hikmet, söz konusu hükümlerin pratiğe geçirilmesinde zaman, mekan ve muhatap gibi unsurların dikkate alınması gereğidir. Nitekim Resulullah (s.a.v) bu hükümlerin en güzel pratiğini ortaya koymuştur.
İşte Sünnet-i Nebevinin bir bölümünü oluşturan bu pratiklerde dünya müslümanlarının ve özellikle müslüman önderlerin örnek alınması gereken husus; salt pratiğin kendisi değil, ilahi hükmün pratiğe geçirilmesinde Resulullah (s.a.v)’ın gösterdiği Nebevî usuldür.
Netice olarak bu gibi ilahi hükümlerin nasıl ve ne şekilde pratize edileceği meselesiyle karşılaşan müslüman önderlerin de, Efendimiz (s.a.v)’in dikkate aldığı unsurları dikkate almaları ve yine Efendimiz (s.a.v.)’in usulüne bağlı kalarak yeni çözümlemeler getirmeleri gerekir. Çünkü bu gibi meselelerde sünnete bağlılık, pratik sünnete şablonik bir zihniyetle yaklaşmak değil, Efendimiz (s.a.v.)’in bu pratiklerdeki usulüne bağlılıktır.
Sünnete bağlılıkla ilgili olarak kısaca belirttiğimiz bu yaklaşım, hiç şüphesiz ki zaman, mekan ve muhataplara göre yapılan mezhebî içtihadlar için de geçerlidir. Sebep ve illetlere göre değişebilecek mezhebî içtihadları evrensel kabul etmek, ne yazık ki bu içtihadları tabulaştırmak olacaktır.
Nitekim İslam’ın evrensel olmadığını ileri sürenler, genel olarak İslam ile mezhep vakıasını birbirine karıştıranlardır. Gerçi onlara bu izlenim, yukarıda da belirttiğimiz gibi mezhebî bağnazlıkları olan fıkıh despotları tarafından verilmektedir.
Oysa evrensel olan İslam’dır, evrensel olan ilahi vahiydir.. İlahi vahyin yaşanan çağa ve çağın ihtiyaçlarına göre yapılan tefsir ve yorumu dahi evrensel değildir. Dolayısıyla mezhep vakıasına bu bilinçle yaklaşılması, din gerçeği ile mezhep vakıasının birbirine karıştırılmaması gerekmektedir.
Kaldı ki dünya müslümanlarının umud edilen vahdetinin gerçekleşmesi, evrensel veya bütünleyici olmayan mezhebî düzlemde değil, İslam dininin kendisine özgü evrensel düzleminde mümküm olabilecektir.
Din Gerçeği ve İslam - Mehmed Alagaş -